İşte son zamanlarda izlemekten en çok keyif aldığım filmlerden biri; The International (Uluslararası – 2009). Uluslararası düzeyde pis işler çeviren, dünyayı yönetmeye aday, devletler/hukuk sistemleri tarafından korunan devasa bankaları ve bu bankaların peşine düşen Don Kişotvari bir Interpol ajanını (Clive Owen) konu alan film, herkesin bildiği veya bildiğini sandığı “dünyayı bankalar yönetiyor” düşüncesiyle yola çıktığı için daha başlangıçta kendi ipini çeken yapımlardan biri olmuş.
Film henüz hazırlanma aşamasındayken bizim anahaber bültenlerimize de konu olmuştu, sahip olduğu potansiyel o zamanlar ilgili çevreler tarafından tam kavranamamış olacak ki “Türkiye’de çekilecek bir Hollywood filmi! Clive Owen oynuyor!” türü söylemlerle reklam edilmiş fakat film vizyona girer girmez hakkındaki tüm bu tanıtımlar ve dedikodular bıçak gibi kesilmişti. Öyle ki ülkemiz için sanki tüm film İstanbul’da geçiyormuş gibi hazırlanan posterleri veya final sahnesinde Haluk Bilginer‘in rol almış olması bile filmi kurtarmaya yetmemişti. İşin ironik yanı da senaryonun durumun zaten böyle olduğunu/olacağını kendi içinde önceden anlatıyor olması.
Zaman ayırıp izleyecek olursanız (ki şiddetle tavsiye ederim) mesajını vermeye çalışan bir Hollywood yapımının izleyiciyi sıkmadan, aksine sürükleyici bir çizgiyle bu işi ne kadar güzel yapabildiğine tanık olursunuz. Filmin çekimleri, kullanılan filtreler, renk tonları çok hoşuma gitti, ayrıca böyle bir filmden beklenmeyecek aksiyon sahneleri var. Bana göre tek eksiği çok güçlü bir Türk silah tüccarı var olduğunu varsaymaları ve İstanbul’da geçen final sahnesi.
Ahmet Seyhan isimli güçlü silah tüccarı karakteri (Haluk Bilginer) kamuoyu bilinçaltına “Türkler aslında çok güçlü silahlar üretiyor” gibi bir mesaj veriyor ve haliyle gerçek hayatta ilerisi için zemin hazırlamaya çalışıyor gibi geldi. Ayrıca yabancı yapımcılar Türkiye’yi Hindistan gibi göstermeye çalıştıkları Kapalıçarşı gibi mekanlardan ne zaman vazgeçecekler veya Levent’de, Bebek’te geçen final sahnelerini acaba ne zaman izleyebileceğiz çok merak ediyorum. Adamlar bizi tanıtma konusunda o kadar kompleksliler ki (sorunca izin alamadık diyeceklerdir) geniş açılı İstanbul manzarası için bile Boğaz Köprüsü yerine Galata Köprüsü’nü tercih edip ülkeyi daha “az gelişmiş” göstermek için ellerinden geleni yapıyorlar, bu yapımcılar sayesinde de kendi aptal halkları bizim hala feslerle felan dolaştığımızı sanıyor.
Sonuç olarak siz onlar kadar kompleksli davranmayın ve hem nalına hem mıhına vuran bu filmi objektif bir bakış açısıyla izleyin derim, sıkı bir sinema izleyicisiyseniz emin olun pişman olmazsınız.
http://www.sonypictures.com/movies/theinternational/site/
2 yorum
Konu çok eski ama ilk yorum benden gelsin. Film hakkında yorum yapamayacağım ancak şu anda temin ediyorum. Konu içeriğinde söz ettiğin İstanbulun neden daha modern mekanlarına yer verilmiyor kısmına gelince, Biliyorsundur James Bond filminin devamı memleketim Adanada çekiliyor. Filmin yaklaşık 15 – 20 dakikası Adanada geçiyor ve Adana’nın bir çok mekanını kullandıklarını görüyorum. Sanırım Hayalet Sürücü filmi için Türkiyeye gelen Nicholas Cage in verdiği demeçler ve Başbakanla olan sohbeti işe yaramış gibi görünüyor. Ayrıca bu konuda Turizm Bakanlığı’nın da girişimleri bundan sonra bu tarz aktivitelere ülkemizin açık olduğunu gösteriyor. Aldığım son duyumlara göre Hollywood vari bir film stüdyosu kuruluş aşamasında.
Bu filmi seyretmiştim ben de Clive Owen’in bir arkadaşı sokak ortasında öldürülüyordu galiba değilmi birisi iğne falan batırıyordu sanki o sokak ortasında can veren arkadaşının koluna başka bir filmmiydi bilemedim ama Haluk Bilginer’i gördüğümü hatırlayamıyorum nedense.. O değil de ben dün gece bu Clive Owen’in bir de Monica Bellucci’nin oynadığı Hepsini Vur diye film vardı ya onu tekrar izleyeyim dedim vallaha sabah kalktığım da bütün stresim gitmiş halde buldum kendimi.. Çok iyi geldi ya önceki seyrettiklerim de aynı etkiyi vermemişti ama dün çok rahatlatıcı geldi bana nedense.. Bu arada Caner o silah olayının öyle gelişebilmesi için cidden filmler çok etkili Amerika ürettiği silahları kullanan filmlere hem maddi destek veriyor hem de filmde kullanılan silahlar için herhangi bir ücret talep etmiyor zorluk çıkartmıyor bürokratik açıdan yani.. Teşvik ediyor yapımcıyı yönetmeni silahları kullanmaya.. Bizim de o bakış açısına sahip olmamız lazım silah olmasa da birkaç filmin tanıtımının ne denli önemli olduğunun bilincine varmamız lazım dediğin gibi en güzel mekanları en güzel imkanları sunmalıyız ki sektör için sevilen bir yere dönüşsün ülkemiz.. İnşallah görürüz Caner o günleri de.. Hollywood gibi bir yere sahip olsakta vizyonumuz yok ondan faydalanacak.. Ben şahsen Hint filmlerinden çok keyif alıyorum en çok hoşuma giden yanı misal şarkı söyleyip dans edecekler 50-60 kişi aynı anda uyumlu bir şekilde hareket ediyorlar ya o sahneler.. Aynı elbiseler kimbilir saatlerce çalışmışlar yani emek harcandığını farketmiş olmak büyük keyif veriyor ne güzel uğraşmışlar ne güzel bir eser çıkmış ortaya derken insan huzur buluyor bence.. Hiç teknoloji aksiyon korku kullanılmasa da stüdyo kullanılmasa da keyif verici şeyler çıkabilir ortaya.. Bizim eksiğimiz stüdyo değil bence bakış açılarımız farklı yabancı yapımcılarla yönetmenlerle..